Başlarda hayaller kurardık, çocuktuk o zamanlar, aklımıza büyüklere özgü tonlarca şey girmemişti daha. Büyümeye başlamıştık ama topların peşinde, üstümüz başımız çamur olurken, Barış Abi ' Domates, biber, patlıcan ' diye bağırırken hala hayatın güzel yerlere gideceği konusunda büyük umutlarımız vardı.
Sonra büyüdük. Beklentilerimiz arttı. Çevremizde bir sürü çift göz bize çevrilmiş, ne yapacağımızı bekliyordu. Diğer annelerin bakışları tepedendi artık, meğer onların çocukları daha iyi okullarda okumalıymış, meğer rekabet varmış. Bizi anlamadılar, sevmek, saymak, sevilmek, sayılmak istediğimizi anlamadılar. Hepsi büyük adamlardı ancak onlara başka türlü öğretilmişti. Onlar kazanmalıydı, parası olan, arabası olan, gücü olan hakim olurdu. O yüzden Nietzsche' yi de anlayamadılar, Zerdüşt' ü de.
Yaş ilerledikçe hayallerimizin buz gibi gerçeklerce katledildiğini gördük, aşkların şans işi olduğunu anladık, sevilmedik, o yüzden de sevmek istemedik. Acaba gecenin bir yarısı o yüzden mi uyanıktık? O yüzden mi neskafelere, sigaralara sığınıp anksiyete krizlerine kapıyı ardına kadar açtık?
İçimizde bir şeyler bittiğinde toplum hala koşuşturuyordu, ne yavru kedi umurlarındaydı, ne beyaz tenli güzel kız ne de keskin kokulu beyaz gül.Bizi sessizliğe ittiler çünkü onlar gibi biçimsiz kahkahalar atamadık. Bir yaz gecesinde sessizliğin devamını dinlerken bekleyenlere katıldık.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder